Güneş ikizler burcundaki seyrine yeni başlamışken, İstanbul Cihangir Klinik’te, inşaat mühendisi bir baba ile hukukçu bir annenin ikinci kızı olarak dünyaya geldim.
Çocukluktan gençliğe adım attığım yıllarım, tutkuyla bağlandığım baleyle ve seksenli yılların meşhur “Fame” adlı konservatuar öğrencilerini konu alan müzikal filmini tekrar tekrar bıkıp usanmadan izlemekle geçti. Yine aynı yıllarda, göz doktoru merhum Dedem’in ilham dolu vizyonu ve zorluklarla geçen hayat mücadelesinin, ileriye dönük seçimlerimi belirlememde etkin rol oynadığını söyleyebilirim. Dedem, 17 yaşında gittiği Çanakkale Savaşı’nda gazi olmuş, meslek hayatı boyunca Anadolu’da Trahom salgını ile mücadele etmek için kasaba kasaba dolaşmış idealist bir doktormuş.
Hacer Hanım elinde iki ada çayı ile odaya girdiğinde, yeni çıkacak ürünüm ile ilgili literatürleri önümüze dökmüş, formülasyonu konuşuyorduk. Etrafımız bitkilerden elde edilmiş extreler ve esansiyel yağlar içeren onlarca tüp ile çevrelenmiş, büyük bir şifa ormanında oturuyorduk. Faruk Bey fitoterapi ve aromaterapi uygulamalarında hem eğitim veren, hem de araştırma yapan lider bir kurumun başındaki öğretim görevlisiydi ve yıllarını bitkiler üzerinde çalışmaya adamıştı. Kendisine projemi bir kaç yıl önce anlatmış ve hemen formülasyon için araştırmalara başlamıştık.
Somya, üzerine çıktığımda, bir dağın tepesine çıkmışım hissi yaratacak kadar yüksek gelirdi bana. Atlayınca da uçtuğumu zannedecek kadar ürkütücü bir heyacana kapılırdım. Her seferinde düşüp, halının sert dokusuna yapışsam da yılmazdım.Tekrar tırmanır, kollarımı iki çırpmamla uçar uçar sonra yine halıyla bir olurdum.
Bugünlerde gökyüzünü çok daha fazla izliyorum. Özellikle geceleri.. Uzun yolculukları için, yıldızların altında sahne almış balerinler gibi hizzaya girip öncülerini takip ederken izliyorum göçmenleri.. Penceremde ekmek kırıntısı ile beslediğim serçeleri, istanbul boğazının simgesi martıları, postacı güvercinleri, gökyüzünün efendisi kartalları, zekası ile ün salmış kargaları...
Bugün dünya krizantem günüymüş. Kasımpatı olarak da bilinen bu sonbahar çiçeği; yazı uğurladığımız pastel günlerin rengi ve neşesi olarak geliyor. Uzakdoğu kökenli olan bu çiçeğin Çin ve Japon halkları için birçok mistik anlamı ve hikayesi var. Hikayeler hep ilgimi çekmiştir, özellikle çiçeklerin....
...Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor, sevi.....
Yapmayanımız var mıdır papatya falını? Bir gül kadar ateşli, orkide kadar gösterişli değildir ama güzel kokuludur, narindir yaprakları papatyanın. Uçsuz bucaksız ovalarda, dağ eteklerinde yayılırken, bir avuç toprak ile can bulandır. Sarı, beyaz yapraklarının arasında, kelebekle olan hüzünlü hikayesi gibi, çok hikayeler barındırır.